Ricikan-Fm
  Adnan.Yucel
 
Yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek
Kavganın, direnmenin, soluğu rüzgar olanların içinde varolan bir şair, kavga şairi.
Faşist 12 Eylül cuntasının vahşetine karşı direnen komünistlerin soluğunda, yaprağın kımıldamadığı tasfiyeci havalarda bu sessizliğe bir çığlık gerek diyerek konduların kapılarına yaprak yaprak düşen umutta, fabrika kapılarındaki direnişlerde, işkencecilerin teşhir masalarını tekmeleyen Çukurova'nın yiğit delikanlılarının içerisinde varolan bir şair, Adnan Yücel; emeğin ve kavganın şairi.

“Sevdim soluğunu rüzgar kılan insanları/Soluğumu soluklarına kattım“
diyen Adnan Yücel, hayata gözlerini yumduğu 2004'ün 24 Temmuz'undan birkaç gün önce, hasta yatağında "1 Mayıs nasıl geçti, sınıf çalışmamız nasıl?" diye soruyordu. O, 4 yıl önce aramızdan ayrıldı. Ne ki yağmur damlaları, nar çiçekleri, rüzgar ve soluğu rüzgar olanlar, gül kıyımları, yeraltı nehirleri, ateş ve güneş, sonsuza koşan düşler... gibi imgeleriyle değil sadece, tümü umut, direniş ve kavga aşılayan yaratısıyla aramızda, sıramızda, kavgamızda yaşıyor ve yaşayacak. Şehitlerimiz yaşıyor, devrim sürüyor...
İlhamı kavga olan bir şair (*)

Adnan Yücel’in 1970′li yılların sonlarında başladığı yazma serüveni, diğer dergi ve gazetelerde çıkan ürünleri dışında somut olarak ilk şiir kitabının yayınlanmasıyla başlar (1979). Yücel’in şiiri özellikle ‘80 öncesinde gelişen devrimci sınıf hareketinden bağımsız düşünülemez. Zaten ilk şiir kitabı bu dönemi yansıtan bir isimle yayınlanır: Kavgalara Sözlenen Sevda

Hemen sonra 1980 faşist darbesi gerçekleşir. Bu süreç ilerici her kesimi vuran “koyu bir eylül sarısı” olarak dile gelecektir daha sonraki şiirlerinde. Öyle ki Adnan Yücel, 12 Eylül döneminde olsun, 90’ların ikinci yarısından itibaren ortaya çıkan liberal tasfiyecilik süreci olsun; aydınların, sanatçıların ve şairlerin günün havasına “uyum sağladıkları”, sistemin ve düzenin suyuna gittikleri yerde gerçekten başı dik üretimini sürdürmüştür.
Şiirin evrensel dili

Adnan Yücel şiirlerinde evrensel temalar kullanmıştır kuşkusuz: Kavga, direnme, umut, güven… Romantik, kırılgan, yer yer naif bir algı ve iç düşünüş vardır mısralarında. O açıdan da evrensellik, asıl olarak onu derinden etkileyen süreçlerin, iç dünyasında yarattığı patlamaların duygusal imgelemi olarak kalır. Tarihsel - toplumsal koşulların bütünlüğü ve akışın içindeki devinimin bu bütünsellik içinden algılanıp imgelere dökülüşünden ve evrensel olanın buradan yakalanmasından ziyade, daha lokal ve etkileyici bir yoğunluk taşıyan kesitler içinden yakalamaya ve aktarmaya çalışır meramını.

“Şiir çevirisi zordur” denir. Burada esas sorun aslında şiirin ulusal algı ve söylemler üzerinden şekillenmesidir. Vaptsarov’un şiirini okurken ya da Nazım’ın başka dillerdeki çevirilerine baktığımızda onların bu sınırlılıkları aştıklarını rahatlıkla söyleyebiliyoruz. Hangi dilde okunursa okunsun ortak bir duygulanım ve coşkunluğu aktarabilmeleri, yaratabilmeleri bu söylediğimizi doğrular; bu da onların çevirisinin hiç de “zor” olmadığı anlamına geliyor. Anlatılan kavga da olsa aşk da olsa bunlar, yerel duyuş ve anlatım sınırlarına hapsoldukça söyleyişin evrensel bir anlatımın düzeyine ulaşması pek de mümkün olmaz.
Yaşamın gri tonlarına direnmek

1982’de yayınlanan Soframda Kaval Sesi adlı yapıtı Yücel’in kararlı üretkenliğinin ilk habercisi olur. Bu eserinde şiirlerinin tümüne nüfuz eden eş bir söylem düzeyinden söz edemiyoruz. Şiirlerinin neredeyse tümü bireysel bir anlatı kurgusuna dayanır. Bu bireysellik bastırılan, soluksuz kalmış bir sesi çığlıklama çabasıdır aslında; ama yorgundur ve biraz da kırgın! “Yaşamın baharı” belirsiz bir gelecek düşü içerisinde gözden yitmiştir. Bunu bir arayış nüvesi olarak değerlendirmek de mümkün; çünkü bu süreci anlama ve tarif etme kaygısını da görebilmekteyiz: “Selam söyle yaşamın baharına / De ki korkular çökmüş vadilere / Şimdi menderesler çiziyor ırmaklar / Zaman lekeli bir utanç sessizliğinde”

Adnan Yücel’in şiirde kullandığı ve “nehir şiir” olarak adlandırılan uzun bir anlatı örgüsüne dayalı iki şiir kitabını (“Yeryüzü Aşkın Yüzü Oluncaya Dek” ve “Ateşin ve Güneşin Çocukları”) özellikle anmak gerekiyor. Türkiye’de çok da yaygın olmayan hikaye şiir olarak adlandırılan bu biçim, onun şiirlerinin, kendi deyimiyle, “doruğunu” oluşturur.
“Yeryüzü Aşkın Yüzü Oluncaya Dek”

Yeryüzü Aşkın Yüzü Oluncaya Dek’te (1986), ikinci şiir kitabındaki yalnızlığı kırmıştır artık. Çoğul konuşan bir söylencedir artık şiir. Zaten Yücel, bu şiire arayışlarının sonuçlarını aldığının ifadesiyle başlıyor: “Aşksız ve paramparçaydı yaşam / Bir inancın yüceliğinde buldum seni / Bir kavganın güzelliğinde sevdim. / Bitmedi daha sürüyor o kavga / Ve sürecek / Yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek!”

“İnancın yüceliğinde” ve “kavganın güzelliğinde” bulunan neydi? “Siz ki anlardınız aşkın dilinden…/ Şiirlerde türkülerde tanımıştım” dedikleri ve 12 Eylül darbesine karşı direnmeyi bir ilke düzeyinde kabul eden “kır çiçekleri” ve “yer altı nehirleriydi” elbette. Oldukça güçlü bir ses yakaladığı aşikar olan bu nehir, “kavga” sınıflı toplumların evrimi ve toplumsal dönüşümle ele alınarak günümüze kardar gelir. Bu eserinde “biz”in sesini yakalamış bir Adnan Yücel’le yüz yüze geliyoruz: “Oysa toprak yorulur biz yorulursak / Susarsak bütün dünya susar”

Şiirin arka planı ve temel beslenme kaynaklarını incelediğimizde Türkiye panoramasını verişte “içeriden” bir sesle konuşur; ancak toplumsal dönüşümün kendisi sınıfsal gelişim ekseninde düşünüldüğünde zayıf ve yüzeysel kalır. Toplumsal dönüşümün temel gücü olan işçi sınıfı onun şiirinde bir söylem olarak belirir; ama bu söylem öznel bir duyuştan öteye geçmeye, sınıfsal çelişkileri dillendirmeye ve bunları bir sınıf perspektifiyle çözümlemeye yönelmez. Burada Anadolu’nun direngen yüzü öne çıkar: Pir Sultan’dan Dadaloğlu’na, Hallac-ı Mansur’a değin Anadolu farklı dönemleri ve mücadeleci soluğuyla dile gelir adeta.

1984 – 1986 yılları faşist cuntaya karşı kıpırdanışların başladığı, hapishanelerde direnişlerin ve ölüm oruçlarının, kıran kırana mücadelelerin sürdüğü bir dönemdir. Yeryüzü Aşkın Yüzü Oluncaya Dek’in özellikle yedinci ve sekizinci bölümleri bu mücadele sürecinde “teslim bayraklarını çekenlerden” “zulüm tufanı”na direnen “bir tutam kır çiçeğine” kadar farklı tutum ve duruşları anlatır. Şiirin son bölümü ise “çoğul” olmanın verdiği bir güçle meydan okumaya dönüşür: “İmgelerin en ulaşılmaz doruğunda / Ey her şeye bitti diyenler / Korkunun sofrasında yılgınlık yiyenler / Ne kırlarda direnen çiçekler / Ne kentlerde devleşen öfkeler / Henüz elveda demediler”

Adnan Yücel’in felsefi, kültürel bir derinlik ve estetik değer taşıyan yapıtları düşünüldüğünde, ilk ürünlerinde yakaladığı etkiyi ve gücü sonrakilerde bulamıyoruz, hatta bir yerden sonra hep aynı simgelerle ve söyleyiş biçimiyle aynı şiiri yazıyor izlenimini doğuruyor. Şairin şiirinin gelişiminde doruk noktasını ifade eden Yeryüzü Aşkın Yüzü Oluncaya Dek’ten sonraki ürünlerinde dil, biçim ve içerik bakımından ciddi anlamda bir tekrar göze çarpmaktadır. Hatta son kitabında (Sular Tanıktır Aşkımıza) bu tekrar, anlam boyutunu aşıp dize tekrarına dönüşecektir.

Bu tekrarda dikkati çeken önemli bir nokta vardır: Söz konusu dönem, yani 1996 sonrası süreç toplumsal hareketin gerilemeye başladığı bir dönemdir. Bir önceki şiir kitabından (Çukurova Çeşitlemesi) bu yana geçen beş yıllık süre zarfında üretkenliğinde bir durgunluk göze çarpmaktadır. Oysa 1984′ten sonraki süreçte neredeyse her yıl bir şiir kitabı yayınlanmıştır. Olgunluk dönemi diyebileceğimiz bu süreçte bir durgunluk yaşamasının sebebini tam da toplumsal mücadele ile sanatı arasında kurduğu bağda aramak gerekir.

Orhan Kemal, Yaşar Kemal gibi yazarları da düşündüğümüzde aslında onlarda temel bir özellik vardır: Bu yazarlar yapıtlarını oluştururken gözlemlerini ustaca aktarmayı başarırlar. Daha çok izlenimci bir çizgi sürdüren bu yazarlar, mesela Çukurova’daki kapitalistleşme süreciyle birlikte çözülen toplumsal- kültürel- ekonomik yapıyı olağanüstü bir yetenekle gözlemleyip bunu hikayeleştirmeyi başarırlar. Bizler Eskici Dükkanı‘ndaki baba karakterini okurken onun aslında geleneksel yapıyı temsil ettiğini, çocuklarının eğilimlerinin ise yeni şekillenen yapıya denk düştüğünü anlarız. Burada yazınsal anlamda hiçbir zorlama ya da sürtünme hissetmeyiz. Ama içeriden yapılan bu gözlemlerde genel eleştirellik sınırları çok da zorlanmaz. Yani yeni olanın eleştirisine çok da rastlamayız. Var olan eleştirellik daha çok karakterlerin yaşadıkları zorlanma, çıkışsızlık ve kırılmalarda belirir, onlar ne yaşarlarsa biz de eserde bunları okur, görürüz.

Yücel’in şiirlerinde Çukurova, pamuk tarlalarınca bembeyaz, buğday tarlalarınca altın sarısı görümleriyle girer şiire. Özelde Çukurova daha genel anlamdaysa Akdeniz ve Anadolu doğal ve tarihi özellikleriyle şiirinin temel beslenme kaynağı olur. Çukurova Çeşitlemesi adlı kitabını da “gerçek bir çeşitleme” olarak niteler. Orada Çukurova’nın doğal yapısından tarihsel dokusuna değin bir dizi ögeye rastlamak mümkündür. İki bölümden oluşan eserinin ilk bölümünü bu doğal - tarihsel yapı oluştururken ikinci kısımda insanıyla direngen ve baş eğmez bir Çukurova ile çıkar karşımıza: “Çukurova emek yangını bir yerdir / Mutlaka bilmen gerekir / O kartal ki / kazancılar çarşısında çekiç sesidir / Sayacılar çarşısında dikiş sesidir / Bir eli Kiremithane mahallesindedir” Ama sözünü ettiğimiz izlenimcilik Adnan Yücel’de de belirgindir. O da gözlemledikleri üzerinden duygusal - düşünsel izlenimlerini yansıtır çoğunlukla. Onun yazma eyleminin en etkin itici gücü toplumsal mücadelenin gelişkinliğidir. Mesela yaşanan yenilgi süreci sonrası bir hareketlenme süreciyse o da aynı heyecan ve coşkuyla bu halaya katılır şiirleriyle. Kısacası ilhamı kavga olan bir şairdi Adnan Yücel. Ama şiir sadece anlık resimleri ya da duygusal dorukları yansıtıyorsa eninde sonunda üretimi vuran bir noktaya gelmektedir. Ama sadece Çukurova değildir Yücel’in eserlerinin konusu. Yeryüzü Aşkın Yüzü Oluncaya Dek demesi de yüzünü bir dünya düşüne döndürdüğü anlamına gelmez mi zaten.

24 Temmuz 2002 tarihinde aramızdan ayrılan Adnan Yücel’i saygıyla anıyoruz. Onu birkaç yazıyla anlatmak yeterli olmasa da bir başlangıçtı bu. O, alnı daima dik üretimlerin şairini sayfalarımıza konuk etmeye, şiirinden ilham almaya devam edeceğiz.

(*) Ufuk Çizgisi, Sayı: 42 17 Temmuz 2006
ŞAİR-ÖĞRETMEN ADNAN YÜCEL'İN HAYATI  VE ŞİİRLERİNDEN BİR DEMET
ADNAN YÜCEL27 Mart 1953 tarihinde Elazığ'da doğdu. 24 Temmuz 2002 tarihinde yaşama veda etti. Diyarbakır Eğitim Enstitüsü Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü ile Ankara Üniversitesi Eğitim Fakültesi Güzel Sanatlar Eğitimi Bölümü'nü bitirdi. Bir süre çeşitli orta öğrenim kurumlarında öğretmenlik yaptı, daha sonra Çukurova Üniversitesi'nde öğretim görevlisi olarak çalıştı.
Edebiyat 81, Evrensel Kültür, Petek, Sanat Emeği, Somut, Söylem, Yapıt, Yeni Olgu gibi dergilerde şiirleri yayımlandı.

KAYNAK:.forumtrcom
AGLATAN MUTLULUK
Çıksam şimdi güzelliğin gökyüzüne
Dolaşsam
Görsem bütün tanrısal sevgileri
Ölümsüzlüğün sofrasına bağdaş kursam
Ve anlatsam
Anlatsam o ağlatan mutluluğu
Bilmem inanır mı bana mavilikler

Suskun bir coşkunun doruklarında
Pürköpük ve rüzgarlı
Bir nehir kahkahasıydı gözyaşı

Vivaldi böyle dinlenirmiş meğer
Mutluluk bile sensiz çekilmezmiş
Ben ki yaşamı toprak bilmiştim
Nice tohumlar ekmiştim bunca yıl
Geç anladım
Aşkın tohumu sensiz ekilmezmiş

Sessizlik açarken zulüm bahçeleri
Gözlerinde bir anda dört mevsim
Her mevsimin güzelliğinde sen
Bunca ayrık ve diken içinden
Güle çıkmak işte budur desem
Bilmem inanır mı bana çiçekler

İçimde sayısız denizlerin şahlandığı
O günü tarihlesem şimdi
Irmak ırmak çizsem zamanın yüzüne
Adına sonsuzluk desem
Ve her saniyesini o sonsuzluğun
An be an şiirleştirmek istesem
Bilmem inanır mı bana sözcükler
KIRDIN KALBİMİ
Ne zaman yağmur yağsa
Bir buluşma yeri olurdun
İstanbul'da rüzgâr soluklara
Mavisi yasaklanmış deniz
Kızıl tufanı yaratmadan daha
Ne zaman yağmur yağsa
Tarihin şiir tanığı olurdun
Yağmurdan sonra
Toprak kokusu bakışlılara

Tam otuz yıl nasıl kıydım sana
Bin zehirli duman arasında
Islığınla besteledim hep
En pembe çocuk düşlerini
Pan'ın flütünden mi kalma
Babam'ın dilsiz kavalından mı
Hep rüzgârla bir tuttum seni
Hani yolu yakın
Aşkı sonsuz kılan rüzgârla bir

Ey can içre cankörüğüm
Hangi kentin temiz havası
Yetmez oldu ki soluğuna
Çıkardın kendini ölüm doruğuna
Ölmek kolay değil cankörüğüm
Kalbimde sevinç gözesi pınarlar
Kalbimde yaşamak aşkı çınarlar
Ve bir nice coşkular coşkular
Sende onlar gibi yaşayacaksın
Akıp ırmaklara karışacaksın
Sırılsıklam bütün sevişmeleri
Yine soluğunla kurutacaksın
BİR YERALTI NEHRİNİ BEKLERKEN
Bir saz kadar mutlu
Ve hüzünlü başlıyoruz bütün günlere
Ve bir türkü kadar sıcak
Biliyoruz ki dağların göğsünü saracak
Ve yerinden oynatacak olan şafak
Onuru ışık diliyle
Karanlıkta koruyanlarla başlayacak
YARALARIM VAR
Dermanı deniz diplerinde batık
Yaralarım var benim
Öyle dalıp dalıp gidişim ondan

Dermanı şişelerde tutuklu
Yaralarım var benim
Şişeleri açıp açıp içip
Herşeyleri boş verişim ondan

Dermanı dağ başlarına savrulmuş
Yaralarım var benim
Başımı alıp alıp gidişim ondan

Herkesten gizlediğim
Yaralarım var benim
Güneşi gölgelere sarıp
Akşam karanlıklarına batıp batıp gidişim ondan

Dermanı yaradana emanet
Yaralarım var benim
Ellerimi havaya açıp açıp tutuşum ondan

Dermanı bulutlara ekilmiş
Yaralarım var benim
Ayaklarım yerden kesik
Uçup uçup gidişim ondan

Dermanı dünyada olmayan
Yaralarım var benim
Azraille dostluğum
Ölüşlerim ve dirilişlerim
Gidip gidip gelişlerim ondan

Dermanı küllere bulanmış
Yaralarım var benim
Ateşim dumanım ondan

Dermanı derdimde saklı
Yaralarım var benim
Yalvarışım yakarışım
Ayaklarına kapanışım
Geçip karşına gözlerinin içine bakışım
Ağlamadığım, ağlamayışım, sabrım
Gözyaşlarımla yüzümü yıkayışım
Sizin gibi olamayışım ondan
GERİYE KALAN
Neyi yaşıyoruz şu anda
Nelerle sığmıyoruz dünyaya
Aşktan
Öfkeye geçiriyoruz birdenbire
Sevinçten üzüntülere
Durgunluktan coşkulara koşuyoruz
Coşkulardan
Mutsuzluğa gömülüyoruz sessizce
Ve yaşıyoruz böylece her yılı
Koskoca bitmez bir saniyede

Bu çelişkili yürüyüşler içinde
Bizden ne kalır ki geriye
Bir ölenle ölebilmek
Bir gülenle gülebilmek
Mutluluğuna sevinmek insanlığın
Kan ağlamak ölümlerine
Ve Afrika'lı kapkara bir acıyı
Duyabilmek bembeyaz yüreğimizde
NOT: Arkadaşım ve meslekdaşım büyük şair Sevgili adnan Yücel'i saygı ile anıyorum.
24.07.2008 / Mustafa Elveren
ARKADAŞIM  ŞAİR ADNAN YÜCEL’İ SAYGIYLA ANIYORUM
Mustafa Elveren – Em. Öğrt
1967 yılından  1972 yılına kadar  öğrencilik hayatım Elazığ’da geçti. O dönemin gençlik hareketi  Türkiye’de bir çok insan gibi beni de etkilemiştir. Sayın Adnan Yücel’i de bu öğrencilik dönemimde tanıdım. O dönemin ilerici ve devrimci gençleri genellikle Alevilerden oluştuğu bir gerçektir. Adnan Yücel alevi değildi, fakat, en çok alevi gençlerle birlikte sol hareketin içindeydi. O dönemde bizlere öncülük yapıyordu.
Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının idam edildiği 1972 yılında, zamanın Yeni Ortam Gazetesi ve Akşam Gazetelerinde yayınlanan solcu yazarlara ait yazıları kesip, Ticaret Lisesi’nde sınıf gazetesine astığım için, okul müdürü tarafından üst disiplin kuruluna sevk edildim. O zamanki  Elazığ’da mevcut lise müdürleri ile Milli Eğitim Müdür Muavini Başkanlığından oluşan sanırım 6 kişilik bir kurul tarafından oybirliğiyle     “İl içinde başkalarına örnek olabilir” gerekçesiyle İl dışına sürgün edildim. Benden sonra  aynı kurul tarafından Adnan Yücel de sürgün edilmiştir.
Bu olaydan sonra ben Ankara’ya gittim. Ankara’da çalışarak öğrenimimi tamamladım. Sevgili  Adnan Yücel’in de aynı zorluklar altında öğrenimini tamamladığını biliyorum. Sanırım 1974 veya 75 yıllarında Ankara Yıldırım Beyazit Lisesi Edebiyat Öğretmeni olarak atanmıştı. Ankara’da da yine şiir, yine edebiyat üzerinde çalışmalar yapıyor ve Edebiyatçılar Derneği ile ilgileniyordu. 12 Eylül darbesinin silindiri altında ezilmemek için çok çırpındığımızı da söyleyebilirim. Daha sonra her ikimiz de  Ankara’dan ayrıldık. Ben memurluktan ayrılıp, Öğretmenlik görevine başladım, Adnan ise Çukurova Üniversitesi’nde göreve başladı.
1993  yılında   şube sekreteri olduğum Eğitimsen’in de içinde olduğu bazı sivil toplum örgütlerinin ortaklaşa düzenlediği bir panelin konuşmacısı olarak Elazığ’da Adnan’la tekrar  karşılaşacaktık. Panelde yine o güzel şiirlerini okudu ve hepimizden büyük alkış aldı.  Panel sonrasında kendisine şu soruyu sormuştum. Sevgili Hocam, hem  solda  birlik kurulamıyor ve hem de Kürt Özgürlük Hareketi ile  birlik sağlanamıyor, siz hangi mesafedesiniz?  “Ben Kürt Özgürlük Hareketi ve tüm sol hareketleriyle eşit mesafede kalmaya gayret ediyorum" demişti.
 24 Temmuz 2002 yılında hayata veda ettiğinde, ben Afyon'da sürgündeydim. Ne yazık ki, bu değerli arkadaşımın cenaze törenine katılamamanın ezikliğini hala içimde taşıyorum. Sevgili Adnan Yücel'i "ACININ RENGİ" başlıklı şirini aşağıya alarak, kendisini saygıyla anıyorum.
24.07.2007
ACININ RENGİ
Ey acılara tat veren güzellik
Yüreğimize hoşgeldin
Geldin de
Çiçekli dallara döndürdün öfkemizi
Artık ister dolu yağsın ömrümüze
İsterse kar
Biz ki bildikten sonra sevmeyi
Bütün sabahlar
Acı renginde olsa ne çıkar.