Ricikan-Fm
  Sey-Riza
 
 

Seyid Rıza (1863 )? de Dersim’de Lirtik koyunde doğdu. Ancak doğum tarihi kesin bilinmiyor. 1937’de idam edildiğinde, 75 yaşından küçük olmadığı 80’in üzerinde olduğu söylenir. İlerlemiş yaşı, yasalara göre idamına engeldir. Yaşı küçültülür ve öyle idam edilir. Seyit Rıza’nın bu yaş küçültme davasında şöyle bir olay yaşanır: Muhundulu Seyit Uşen (Hüseyin Doğan), S. Rıza’nın yaşını belirleme davasında tanık olur. Tanık Seyit Rıza’nın yaşının (yaşının idamı sağlayan yaştan) küçük olduğunu söyler. Dava yargıcı, yaşı küçültülen Seyit Rıza’ya, tanık beyanına bir itirazının olup olmadığını sorunca, S. Rıza, işlemin bir formalite olduğunu anlar, yargıca şu düşündürücü yanıtı verir:

-Tanık , benim büyük oğlumdan iki yıl küçüktür. Oğlumdan küçük biri yaşımı belirler ve yasa da bunu kabul ediyorsa, benim itirazım olmaz.


Seyit Riza Dersim’in ileri gelenlerinden Seyid İbrahim’in oğludur. Seyid İbrahim eğitimini Nuri Dersimi’nin atalarından Mehmet Ali Efendi’den gördü. Seyid Rıza , Seyid İbrahim’in dört erkek çocuğunun en küçüğü idi. Babası onun, yetenek ve cesareti yanında bilgeliğini sezmiş olmalı ki aşiret yönetimini ona bırakır.

Seyid Rıza Şex Hesenan aşiretinin yukari Abbasan koluna mensupdu. Şex Hesenan aşiretinin atası Şex Hesen olduğu için aşiretide aynı isimle anılmıştır. Şex Hesen’in türbesi Malatya’nın Arapgir ilçesinin Gîkeyîk köyündedir.

Şex Hesen’in soy seceresi eskiden Güney Kürdistan’da yerleşik bulunan Baxsi Xan namında bir Kürd’e ulaşır. 13.yy.’da Güney Kürdistan’ın Moğol saldırılarına uğraması nedeniyle Şex Hesen’de bir çok Kürd aşireti gibi Güney Kürdistan’dan göç ederek Kuzey Kürdistan’ın Dêrsim bölgesine gelip yerleşmiş.

Şex Hesen Dêrsim’e vardığında Kalmemo Sîr’ın dergahına gelmiştir. Kalmemo Sîr’ın dergahında hizmetçilik yapan Şex Hesen gösterdiği zekilik ve güzel ahlaklığı ile Kalmemo Sîr’ın beğenisini sağlamış ve Kalmemo Sîr’ın Kince Sûr adındaki kızıyla evlenmiştir. Kalmam’da ailece çok büyüyen Şex Hesenan aşireti Kalmam’dan Lertîk mıntıkasına yerleşmişler.

Kürt’ler Seyid Rıza’ya Rızo,Rayber ve babasının oğlu anlamına gelen Lace Baboyı ünvanlarıyla seslenirlerdi. Babası Seyid İbrahim’in ölümünden sonra Tujik Dağı eteklerindeki Ağdat köyüne yerleşti.
Yumuşak tavrı, bilge sözleri, olayları soğukkanlılıkla halledişi onun “Reyber” (yol gösteren) ve “Bava” (hikmet sahibi) rolünü yüceltir. Bu nedenle halk arasında; “Rıza Reyber” veya “Lace Bavi” gibi değişik isimlerle anılır. Kısa sürede, acılı yaşamın bu diyarında mistik umarın aranan simgesi olur. Ünlü aşiret reisi Diyab Ağa’nın kızı ile evlenmesi, güvenirliği yanında ününü daha da pekiştirir.
Koçgiri Hareketi”nin kaçan iki lideri Alişêr ve N. Dersimi, Seyid Rıza’ya sığınır. Seyit Rıza, Dersim aşiret geleneğini sürdürür. Merkezi otorite ile politik bağları olan kimi güçlü aşiret liderlerine uymaz ve onları teslim etmez, bu iki lideri sonuna dek, kellesi pahasına korur. Onu, Dersim aşiretleri lideri durumuna getiren bu dürüstlüğü, mertliği, güvenirliliğidir. Bu iki liderle aynı ideali sürdürdüğünün kanıtı onları koruması ve düşüncelerine katılmasıdır. Seyid Rıza’nın bu iki liderin etkisi altında kaldığı kesin. N. Dersimi, Seyid Rıza’dan “saygın bir yurtsever” diye söz eder ve onun ideologu olduğunu belirtir.

 

N.Dersimi ;“... Öncelikle memnuniyete değer bir şey varsa, o da Seyid Rıza’nın bütün kuvvet ve kudretiyle ve hakiki bir imamla beni sevmesi ve takdir etmesi ve her türlü hareket arzularımı kayıtsız ve şartsız kabul edilmesi idi.

Seyid Rıza’nın bana bu derecede itimadı, Türkiye hükümet makamlarının zararı dikkatini celbetmiş bulunduğundan, her ne suretle olursa olsun Dersim’den çıkarılmam veya yok edilmem konusunda gizli yöntemlere başvurulduğu da anlaşılmıştı. Malum olduğu üzere Garbi Dersim’de Seyid Rıza umum Şêx Hesanın aşiretleri rehberi ve manevi reisi ve hem de baş evladı bulunuyordu. Pederim Mılla İbrahim’den hususi tahsil görmüştü. Mütefekkir, Milliyetperver ve fıtri zekası dolayısıyla Türkiye hükümeti Seyid Rıza’yı umum Dersim’in yüksek bir reisi ve bu suretle beni de Seyid Rıza’nın kati surette ideologu tanımakta idi.”

Seyid Rıza’nın 3 oğlu; 1.Şeyusen, 2. Şıx Hasan, 3.Bava (Baba)’dır.
Basindan itibaren otoritesini kuramadigi Dersim'i ezmek, politik ilhak sürecinde Kemalist burjuvazinin stratejik hedefini olusturuyordu. Bölge bölge bütün isyan ocaklari söndürülerek, Kürdistan istila edilerek Dersim etrafindaki çember daraltildi. TC, bütün güçlerini Dersim'i imha etmeye seferber etti. 1936'da M. Kemal meclisin açilis konusmasinda "Dahili islerimizden en mühim bir safra varsa o da Dersim meselesidir" diyerek, “ezilmesi için ne gerekiyorsa yapilmalidir” diyordu. 2 Ocak 1936'da yürürlüge giren Tunceli Kanunu’yla Dersim'in adi Tunceli olarak degistirildi. General Abdullah Alpdogan Dersim'e vali ve kumandan 3. Umum Müfettisi olarak atandi. Alpdogan'in Dersim üzerinde her türlü tasarrufa yetkisi vardi. Alpdogan, sikiyönetim ilan ederek, terör ve idamlara baslayarak Dersim'e asker yigdi. Bu katil elebasinin saldirilari karsisinda Dersimliler direnis baglarini güçlendirdiler. Dersimliler Seyit Riza önderliginde 1937 yili basinda M. Kemal'e bir uyari bildirisi sunarak "Bütün jandarma ve ordu mensuplarinin bölgeden çekilmesini, her türlü imar (askeri amaçli) çalismalarinin (köprü, demiryolu vb.) durdurulmasini isteyip silahlarini koruma hakki ve vergilerin hafifletilmesi" taleplerinde bulundular. Türk devleti kuvvetleri 1937 Ilkbahari’ndan tanklarla toplarla, uçaklarla saldiriya geçtiler. Türk ordu birlikleri, insanlik tarihinin en büyük katliamlarindan birini gerçeklestirmeyi basardilar. Kendi saflarinda yer alip, Seyit Riza güçlerine karsi çarpisan asiretleri bile katliama ugratmalari yapilan soykirimin düzeyinin ifadesidir. Savasta yenemeyecegini anlayan Türk birlikleri, hileye basvurarak görüsmek için Erzincan'a çagirdiklari Seyit Riza'yi 15 Eylül 1937'de tutukladilar. 1938 yilinda tekil ayaklanmalarla devam eden direnis tam bir katliamla sonuçlandi/yenildi. 60 bin Dersimli katledildi, on binlercesi sürgün edildi. Yüzlerce genç kiz, kadin, namusunu teslim etmemek için kendilerini kayaliklardan, Munzur'un suyuna attilar. Kürdün sirtindaki ihanet hançeri bu direniste de ortaya çikti. Seyit Riza'nin yegeni Rayber, General Alpdogan'in talimatiyla, Koçgiri ve Dersim ayaklanmasinin kahraman önderi Aliser ve esi Zarife'yi alçakça bir oyunla öldürüp, baslarini keserek bir çuval içerisinde General Alpdogan'a teslim etti.

Seyit Rıza, 1937’de kendini savaş içinde bulur. Başına toplar yağar. Beklemediği tepkilerle karşılaşır. Çok güvendiği dostu Alişêr ve eşi zarife’nin haince katledilmelerine dayanmaz. Uzun ve yoğun süren bir çatışmadan sonra, barış görüşmelerini yapmak için çağrıldığı Erzincan’da 5 Eylül 1937’de tutuklanır. Elazığ’a getirilerek yargılanır. Bu yargılama sonucunu ve Seyit Rıza, darağacına giderken bile, ölümü hiçe sayan biri olduğunu, idamı için Ankara’dan gönderiler İhsanSabri Çağlayangil’in anılarından öğreniyoruz.

Seyid Rıza’nın ailesinin çoğu 1938 Dersim isyanında öldürüldü. Seyid Rıza’ya Erzincan Valisi’nden isteklerinin kabul edileceği haberi ulaşır.İki arkadaşı ile birlikte Erzincan yoluna düşen Seyid Rıza Fırat nehri üzerindeki köprüden geçtikten sonra
köprünün karşı tarafında kurulu olan asker çadırındaki askerler tarafından iki arkadaşıyla beraber 5 Eylül 1937’de tutuklanır. Daha sonra beraberinde tutuklanan Rizê Berti ve Sekina’nın çobanı , Seyid Rıza’nın yanındaki arkadaşlarını kurtarmak için onların köylerinin çobanları olduğunu söyler,arkadaşlarınında aynı doğrultuda ifade vermeleri yüzünden her ikiside serbest bırakılırlar. Seyid Rıza ve 71 yurtsever Elazığ'da yargılandı. Mahkeme heyeti 11 kişi hakkında idam kararı verdi ama çok yaşlı oldukları gerekçesiyle 4'ünün cezası 30 yıla indirildi.
Seyid Rıza, Seyid Rıza'nın oğlu Resik Hüseyin, Şeyhan aşireti reisi Seyid Hüsen, Yusufan aşireti reisi Kamer'in oğlu Fındık, Demenan aşireti reisi Cebrail'in oğlu Hasan, Kureyşan aşiretinden Ulkiye oğlu Hasan, Mirza Ali'nin oğlu Ali hakkında verilen idam kararları 15 Kasım'da apar topar infaz edildi.
Seyid Rıza ile isyanın önderi konumundaki 11 kişi 18 Kasım 1937’de Elazığ’ın Buğday Meydanı’nda asıldılar.

Seyid Rıza’nın cesedi sonradan bir ziyaret yeri olmasını önlemek için yakılarak, külleride bilinmeyen bir yere gömüldü. Dönemin Emniyet Müdürü olan daha sonra da Adalet Partisi Dışişleri Bakanlığı yapan İhsan Sabri Çağlayangil Seyid Rıza'nın idamını anılarında şöyle anlatmaktadır;

"Meydan doluşmuşçasına, boşluğa şöyle seslendi: ‘Evladı Kerbalayıh. Bı hatıyh. Ayıptır, zulümdür, cinayettir’, dedi. Benim tüylerim diken diken oldu. Bu yaşlı adam rap-rap yürüdü. Çingene'yi itti. İpi boynuna geçirdi. Sandalyeye ayağı ile tekme vurdu, infazını yaptı." (Anılarım, Syf.51-52)
Fakat bazı iddialara göre Seyid Rıza son sözlerinde ayrıyeten "75 yaşındayım, şehit oluyorum, Kürdistan şehitlerine karışıyorum. Dersim mağlup oluyor, fakat Kürtlük ve Kürdistan yaşayacaktır, Kürt genci intikam alacaktır, kahrolsun zalimler! Kahrolsun kahpe ve yalancılar." demiştir ve Çağlayangil bunu bilinçli olarak yazmamıştir.

... Aradan aylar geçti, Seyit Rıza ve çevresi yakalandı. Mahkemeleri sürüyor. İşte bu sırada Atatürk Diyarbakır’daki (Pertek olması gerekir y.n) Murat suyu üzerinde yeni yeni yapılan Singeç Köprüsü’nü açmaya giderek. Emniyet Genel Müdürü Şükrü Sökmensüer Bey bana diyor ki; “Atatürk, Singeç Köprüsü’nü açmaya gidecek. Dersim hareketi bitti. Beyaz donlu altı bin doğulu Elazığ’a dolmuş, Atatürk’ten Seyit Rıza’nın hayatını bağışlamasını isteyecekler. Beyaz donluların Atatürk’ün karşısına çıkarmalarına meydan vermeyelim.” 1937 yılında resmi tatil günü Cumartesi öğleden sonra. Atatürk Pazartesi günü Elazığ’a gelecek. Bizden istenenler “asılacak asılsın” ve Atatürk’ün karşısına Beyaz Donlular çıktığı zaman iş işten geçmiş olsun. O dönemde Elazığ Valisi Şükrü Bey, Savcı Hatemi Senihi Bey, Emniyet Müdürü Sezerli İbrahim Bey, savcı yardımcısı arkadaşiydi.


Şükrü Sökmensüer, “Sivillerden Emniyet Genel Müdürlüğünün siyasi şubesinden istediklerini al. Atatürk’ün istasyondan

halkevine kadar korunması da size ait” dedi. Başta Macar Mustafa olmak üzere altı kişi alıp yola çıktım. Trenle Elazığ’a vardım. Emniyet Müdürü İbrahim Bey’e gittim. Savcı iüçin, “kural dışı bir şey yapmaz, mümkün değil.” dedi.

Savcıya gittim. Durumu kendisine anlattım. Bu konuda adalet Bakanlığından da bir şifre aldığını, ama mahkemelerin Cumartesi tatil olduğunu, tatilde ise sonuç almanın mümkün olmadığını bana bildirdi. Ve ekledi:

“Ben de mahkemeleri etkileyemem.”

Oysa biz mahkemenin kararını Atatürk gelmeden evvel vermesini ve geldiğinde Seyit Rıza meselesinin kapanmış olmasını istiyorduk. Ben bunu halletmek için Hükümet tarafından buraya gönderilmiştim.

Savcı yardımcısı hukuktan sınıf arkadaşım. Bana, “Sen valiye söyle bu savcı rapor alsın gitsin, ben senin istediğini yaparım.” Dedi. Biz mahkemenin tatil günü işlemesini ve alınacak sonucun infazını istiyorduk. Savcı, rapor aldı. Arkadaşım vekil olarak savcının yerine geçti.Mahkeme hakimini evinde buldum. Gittiğinde mahkemenin aldığı kararı yazdırıyordu. Hakimle konuştuk. Kendisi kararı daktiloya çektirmekle meşguldü. Devir,CHP devri. Herkes çekiniyor.

Hakim bana, “ Cumartesi mahkeme toplanmaz, ancak Pazartesi günü mahkemeyi toplar, kararı veririz. Salı günüde idam hükümlerini yerine getiririz,”dedi.

O zamanlar dördüncü bölgede temyiz hakkı yok.

Abdullah Paşa, sıkıyönetim kumandanı olarak kararı tasdik edecek. O da, “ yukarıdaki karar tasdik olunur” demiş, basmış boş kâğıda imzasını. Yukarıya. “ Abdullah Paşa’nın idamı” diye yazsanız kendisi asılacak. Hakime dedik ki: “ Bu dediğiniz gün Atatürk geliyor. Maksat hasıl olmuyor ki.” Hakim, “başkaca bir şey yapılamaz” diyerek kestirdi attı. Bend de kendilerine sordum:

“Sizin saat 17:00’den sonra davaya devam ettiğiniz olmuyor mu?”

“Ooo,çok oluyor. Gün oluyor, dokuzlara onlara kadar çalışıyoruz,” cevabını verdi.

“Eee, sondan beş saat ihlal ediyorsunuz da baştan beş saat ihlal etseniz, olmuyor mu? Yani Pazar akşamı sahurdan sonra mahkemeyi açarız. Pazartesi günü 00.24’ten başlıyor, dedim. Hakim: Elektrikler kesiliyor, dedi. Ona da çare bulduk. Otomobil farları ile hapishaneyi aydınlatırız. Halkevi’ne lüksler koyarız. Hakim bu defa ; samiin yok, dedi. Ona da çare bulduk. Samiin de getiririz. Kaç kişi asılacak? Onu karardan önce söyleyemem, dedi. Ama ekledi: Savcı 27 kişinin idamını istedi. Biz ona göre mi hazırlığımızı yapalım? Bilemem ,dedi.

Beni Asmayami Geldin?

Ceza İnfaz Kanunu her asılanın ayrı bir yerde asılmasını, asılanların birbirini görmemesini emrediyordu. Bu şartı da yerine getirmeye çalıştık. Her meydana dört sehpa kurduk. Vali bir de çingene cellat buldu. Gece 12:00 de hapishaneye gittik. Farlarla çevreyi aydınlattık. Mahkemenin 72 sanığı var. Sankıları aldık. Mahkemeye götürdük. Çingene de geldi. Adam başına on lira istedi. “Peki” dedik. Sanıklar Türkçe bilmiyor. Mahkeme kararı açıklandı. Yedi kişi ölüm cezasına çarpıtırılmış, sanıklardan bazıları beraat etmiş, bazıları da çeşitli hapis cezaları olmıştı. Kararlar okununca hakim ilamda idam lafına kullanmadığı ve ölüm cezasına çarpıtırılmaktan bahsettiği için verilen hükmü iyi anlamadılar. “İdam Tünne” diye bir vaveyle koptu. Biz Seyit Rıza’yı aldık. Otomobilde benimle polis Müdürü İbrahim’in arasına oturdu. Jeep jandarma karakolunun yanındaki meydanda durdu. Seyit Rıza, sehpaları görünce durumu anladı:

-Asacaksınız, dedi ve bana döndü:


-Sen Ankara’dan beni asmak için mi geldin?
Bakıştık. İlk kez idam edilecek bir insanla yüzyüze geliyorum. Bana güldü. Savcı namaz kılıp kılmayacağını sordu. İstemedi.
Son sözünü sorduk.
-Kırk liram ve saatim var. Oğlunu verirsiniz, dedi.
Bu sırda Fındık Hafız asılıyordu. Asarken iki kez ip koptu. Ben Fındık Hafız asılırken, Seyit rıza görmesin diye pencerenin önünde durdum. Fındık Hafız’ın idamı bitti. Seyit Rıza’yı meydana çıkardık. Hava soğuktu ve etrafta kimseler yoktu. Ama Seyit Rıza, meydan insan doluymuş gibi sesizliğe ve boşluğa hitap etti:

-Evladı Kerbelayıh. Bi hatayıh. Ayıptır. Zulümdür. Cinayettir, dedi.

Benim tüylerim diken diken oldu. Bu yaşlı adam rap rap yürüdü. Çingeneyi itti. İpi boynuna geçirdi. Sandalyeye ayağı ile tekme vurdu, infazını gerçekleştirdi. Oğlu yaşında bir subayı bir subayı öldürecek kadar katı yürekli olan bir insanın bu mukadder akibetine acımak zooor. Aama ihtiyarın bu cesaretini takdir etmekten kendimi alamadım. Asabım çok bozuldu. Emniyet Müdürüne;

-Ben üşüdüm, otele gidiyorum, dedim.”
Seyit Rıza ile birlikte İdam Edilen Diğer Direnişçiler:

1.Seyit Rıza oğlu Resik Hüseyin
2.Şexanlı Aşiret Reisi Seyd Hüsen
3.Yusufun Aşiretinin Reisi Kamer’in oğlu Fındık
4.Demanan Aşiretinin Reisi Cebrail’in oğlu Hasan
5.Kureyşan Aşiretinden Ulkiye oğlu Hasan
6. Mirza Ali’nin oğlu Ali


"Ben sizin yalan ve hilelerinizle bas edemedim, bu bana dert oldu. Ama ben de sizin önünüzde diz çökmedim, bu da size dert olsun." (Seyit Riza)

 

Seyit Rıza’nın 21 Eylül 1937 de Ingiltere'ye Yazdigi Mektup:

Dışişleri Bakanlığına

Yıllardır, Türk Hükümeti Kürt halkını asimile etmeye çalışıyor ve bu amaçla halkı eziyor, Kürtçe yayınları ve gazeteleri yasaklıyor, anadilini konuşan insanlara işkence ediyor ve sistematik olarak insanları Kürdistan’ın bereketli topraklarından söküp, Anadolu’nun çorak bölgelerine göçe zorluyor ve birçoğu oralarda telef oluyor.

Türk Hükümeti son olarak, hükümetle yapılan anlaşma gereği, bu işkencelerin dışında tutulan Dersim’e de girmeye çalıştı.

Bu olay karşısında Kürtler, uzak sürgün yollarında yok olmaktansa, 1930′da Ağrı Dağında, Zilan vadisinde ve Beyazıt’ta yaptıkları gibi, kendilerini savunmak üzere silaha sarıldılar. Üç aydan beri ülkemi, acımasız bir savaş kırıp geçiriyor.

Savaş araçları bakımından eşitsizliğe rağmen ve bombardıman uçaklarının yangın bombaları, zehirli gaz bombaları atmalarına rağmen, ben ve arkadaşlarım Türk ordusunu başarısızlığa uğrattık.

Direncimiz karşısında Türk uçakları köyleri bombalıyor, ateşe veriyor, savunmasız kadın ve çocukları öldürüyor ve böylelikle Türk Hükümeti, başarısızlığının intikamını tüm Kürdistan’da işkence yaparak almak istiyor.

Hapisler, ağzına kadar masum Kürtlerle doludur. Aydınlar kurşuna diziliyor, asılıyor veya Türkiye’nin ücra köşelerine sürgüne gönderiliyor.

Ülkelerinde bulunan 3 milyon Kürt, barış içinde yaşamak, özgür, kendi ırkını, dilini, geleceğini, kültürünü ve uygarlığını korumak istiyor; benim sesimle ekselanslarınızdan maruz bulunduğu zulüm ve adaletsizliğe son vermek için, Kürt halkını hükümetinizin yüksek ahlakî etkisinden yararlandırmanızı diliyor.

Sayın Bakan, en derin saygılarımızı sunmaktan onur duyarım.

Seyit Rıza

Sey Riza  

Pile Desimi
Seyit Riza Dersim Lideri  
Dogum: 1862 Dersim -
idam: 1937 Elazig

"Seyit Rizayi Meydana cikardik.
Hava soguktu ve etrafta kimseler yoktu.
Ama Seyit Riza Meydan insan doluymus gibi,
sessizlige ve bosluga hitabetti.
             -Evladi Kervelayme, Be gunayime,
Ayvo Zulumo, Cinayeto.
(Evlad-i Kerbelayiz, gunahsiziz,
ayiptir, zulumdur, cinayettir.)
dedi.Benim tuylerim diken diken oldu.
Bu yasli adam rap - rap yurudu.
Cingeneyi itti.
Ipi boynuna gecirdi. Sandalyeye ayagiyla
tekme vurdu. Infazi yapti."

İhsan Sabri Çağlayangil’in Anıları

"Atatürk gelmeden Seyit Rıza idam edilecekti"

Tanju Cılızoğlu

Yıl 1937 Şükrü Sökmensüer, Atatürk döneminin ünlü emniyet müdürlerinden,
birgün beni çağırdı: "Atatürk Diyarbakırda, Singeç köprüsünü açmaya gidecek dedi.
O tarihte Seyit Rıza, Dersimin Kürt lideri. Aynı zamanda Peygamber sülalesinden geliyor kendisi. Seyit Rıza’nın bir de dini vasfı var.

Fırat, Şeytan köprüsü (1) denen mevkide dört metreye kadar daralır. Derinliği de deniz gibidir. 17 metre olur. Burada bir köprü yapmışlar, Köprünün başında bir karakol, Karakolda da 33 askerimiz var. Askerlerin başında İsmail Haki adinda bir yedek tegmen. Yani ihtiyat Mulazim.

Köprüye Dersimliler bir baskın düzenliyor. Baskında karakol yakılıyor ve 33 askerimizde şehit ediliyor. İşte bu olay Dersim isyanının başlamasıdır. Atatürk olayla ilgileniyor ve ilgililere kesin talimat veriyor. "bu meseleyi kökünden hallediniz" diye.
Elazığ’da o dönem Muffetişi Umum-i Abdurahman Doğan paşa var.(2) Malatya Emniyet müdürlüğünden bir buçuk ay kadar önce Ankara’ya tayin edilmiştim. Vali İbrahim Etem Akıncı, şovalye çeteci bir adam. Demirci efe ile birlikte kurtulus savaşında çete kurmuş biri. Vali vekalete şifre çekmiş. "emniyet müdürüm Ankara’ya tayin edildi, biz Elazığa gidip Dersim harekatını birlikte görmek istiyoruz" diye. O zaman bu isyan olayı ile ilgili türlü rivayetler var.

Uzatmayalım biz Ankara’dan müsaade istihsal, vali Akıncı ile birlikte Elazığ'a varıyoruz. Müffetişi umumi Abdurrahman paşanın misafiri oluyoruz. İsteğimizi kendisine anlatıyoruz! Dersim harekatını incelemek istiyoruz. Paşa bize "iyi ki geldiniz, bende yarin orada bir mevkiye gideceğim. Onbeş gün once tercüman aracılığıyla aşiretlerle konuştum. Kendilerine aşiretlerin başı olan kişileri teslim ederseniz harekatı durduracağız, barış yapacağız dedim. Yarın da son gün. Gideceğimiz mevki biraz tehlikeli. Ne olacağı belli olmaz. İsterseniz sizide alabilirim" dedi.

Yemek yedik. Zeytinyağlı sıcak bir yemek. Ben alışkın değildim. Hastalandım. Ateşim 38. Ama olayı kaçırmak istemiyorum. Hasta hasta önceden belirlenen harekat sahasına varmak için yola çıktık. Önümüzde ve arkamızda birer kamyon. Biz ortadayız. Kamyonun birinde askerler var. Diğerinde fırından yeni çıkmış sıcak ekmekler. Yollar devriye dolu. Devriyeler mevzilenmiş. Bu arada devriyeler bize ateş açtı. Önlendi.

Gelecegimiz yere geldik. Yüksek bir yerden asağıya indik. İndigimiz yere silahlı askerler dizildi. Abdurrahman Paşa muhtemel bir pusuya karşı önlemler aldırmıştı. Benim yanımda fotoğraf makinası var. Bir süre bekledik. Ortalarda kimseler yok. Bağırıp çağırdık bir tercüman çıktı ortaya. Abdurrahman Paşa:

-Geldiniz mi, dedi.
-Geldik, dediler.

Ortaya göğsü bağrı açık, uzun boylu levent adamlar çıktı. Abdurrahman paşa gelenlere çuvallarla ekmeği dağıttı. Açtılar. Hemen ekmekleri kırıp yemeğe başladılar. Kalanları koyunlarina soktular. Paşa onlara sordu:

-Listede yazılı olanları getirecek misiniz?
-Uç kişi hariç on iki kişiyi getireceğiz dediler.

Abdurrahman Paşa: "olmaz" dedi. Onlar da son derece kararlı bir biçimde:
-Paşam ne edek, olmazsa olmaz dediler.
Asiler dağlara sığınmışlar. Bir mavzerle bir alayı durdurur. Paşa onlara biraz sert: "Devletle baş edemezsiniz"! dedi. Ve ekledi.
-Niçin teslim etmiyorsunuz?
İçlerinden en uzun boylu olanı öne çıktı:
-Bir kadının tek kocası olur. Şimdi siz hükümetsiniz. Askeriniz var. Bugün buradasınız. Şunları size veririz, alır gidersiniz... Biz yarin yine onların eline kalırız. Bunlar, bu ağalar bizim kulumuzu aittirler. Siz Dersim'e giremiyorsunuz. Jandarmanızı sokamıyorsunuz...

Abdurrahman Paşa durdu. Düşündu. Sonra tercümana şunları söyledi:
-Ben Kastamonuluyum. Kastamonu’nun tarihini bilir misiniz? Şehrin ortasında bir nehir akar. Etraf birdenbire dağ gibi meyillenir. Vaktiyle bir tarafında Kastlar, öte tarafında tumanlar varmış. Şehri bunlar kurmuş. Bunun için "KASTUMAN" demişler. Kelime zamanla Kastamonu olmuş. Sizin aşiretinizde bu gun "DEMENAN". Siz benim akrabamsınız. Atalarımız bir yerde buluşurlar. Yapmayın. Size onbeş gün daha izin vereyim. Gidin ve onbeşgün sonra bu listedekileri getirin" dedi

O listede Seyit Rıza da var. Ve teslim etmeyecekleri üç kisiden biri de Seyit Rıza. Bende bu olayın resimlerini çektim. Erkan-i Harp, Kurmay Albay Neşet bey, Çanakkale valisi olduğumda, bu zatı Çanakkale gornizon kumandanı olarak buldum. Asilerle konuşmaktan döndüğümüzde Neşat Albay bize: "Bu işleri hep Seyit Rıza yapıyor, Seyit Rıza Peygamber sülalesinden değil. Kendisine Kuçükken hastalık gelmis. Ailesine demişler ki, bunu kundağıyla kiliseye götürün bırakın, sabahleyin alın bir şeyi kalmaz. (3) Denileni yapmışlar. Bırakıp sabahleyin almışlar. Rivayete gore çocuklar değişmiş". Neşat Paşa iddia ediyorki Seyit Rıza peygamber sülalesinden değil. Seyit Rıza büyümüş. Şeytan köprüsünu yıkmış. Dini lider olmuş. Kürtlerin başına geçmiş. Dersim isyanını idare ediyormuş.

Bu olaylardan sonra Ankara’ya döndüm. Onbes günlük ikinci müddet bitmiş, Abdurrahman Paşaya listedekileri teslim etmemişler. Aradan aylar gecti. Seyit Rıza ve çevresi yakalandı. Mahkemeleri sürüyor. İste bu sırada Ataturk Diyarbakır’daki yeni yapılan Singeç Köprüsünü açmaya gidecek. Elazığ'a da gelecek karayoluyla Singeç köprüsüne geçecek. Emniyet genel müdürü Şükrü Sökmensuer bey bana diyordu ki "Atatürk Singeç Köprüsünü açmaya gidecek. Dersim harekati bitti. Beyaz donlu altı bin doğulu Elazığa dolmuş. Atatürk’ten Seyit Rıza’nın hayatını bağışlamasını isteyecekler. Buna meydan vermeyelim".

1937 yılında resmi tatil günü cumartesi öğleden sonra, Atatürk pazartesi günü Elazığ'a gelecek. Bizden istenilen "asılacak asılsın" ve Atatürk'ün karşısına beyaz donlular çıktığı zaman iş işten geçmiş olsun. O dönemde Elazığ valisi Şefik Bey, Savcı Hatemi Senihi bey, Emniyet Müdürü Serezli İbrahim bey, Savcı yardımcısı arkadaşım, Şükrü Sökmensuer, "Emniyet Genel Müdürlüğünün siyasi şubesinden, sivillerden istediğini yanına al. Atatürk’ün istasyondan halkevine kadar korunması da size ait" dedi. Başta Macar Mustafa olmak üzere altı kişi alıp yola çıktım. Trenle Elazığa vardım. Emniyet Müdürü İbrahim beye gittim. Savcı için "kuraldışı bir şey yapmaz, mümkun değil " dedi.

Savcıya gittim. Durumu kendisine anlattım. Bana bu konuda hükümetten de şifre aldığını, ama mahkemelerin cumartesi tatil olduğunu, tatilde sonuç almanın mümkün olmadığını bildirdi. Ve ekledi. "ben de mahkemeleri etkileyemem". Oysaki biz Atatürk gelmeden önce mahkemenin kararını vermesini ve gereğinin yapılmasını, Atatürk geldiğinde Seyit Rıza meselesinin kapanmış olmasını istiyorduk. Ben bunu halletmek için hükümet tarafından buraya gönderilmiştim.

Savcı yardımcısı hukuktan sınıf arkadaşım. Bana "sen valiye söyle, savcı gitsin, rapor alsın. Ben senin istediğini yaparım" dedi. Biz mahkemenin tatil günü işlemesini ve alınacak sonucun infazını istiyorduk. Savcı rapor aldı. Arkadaşım vekil olarak savcının yerine geçti.
Mahkeme hakiminin evine gittim. Gittiğimde hakim mahkemenin aldığı kararı evinde yazıyordu. Hakimle konuştuk. Kendisi kararı daktiloya çektirmekle meşguldu. Devir CHP devri. Herkes çekiniyor. Hakim bana: "Cumartesi mahkeme toplanmaz, ancak pazartesi günü mahkemeyi toplar kararı veririz. Salı günü de idam hukümlerini yerine getiririz" dedi.

O zaman dördüncü bölgede temyiz hakkı yoktu. Abdurrahman paşa sıkı yönetim kumandanı olarak kararı tasdik edecek kişi idi. O da "Yukarıdaki karar tasdik olunur" demiş basmış boş kağıda imzasını. Yukarıya "Abdurrahman Paşanın idami" diye yazsanız kendisi idam edilirdi.
Hakime dedi ki: Bu dediğiniz gün Atatürk geliyor. Maksat hasil olmuyor ki. Hakim "Başkaca bir şey yapılamaz" diyerek kestirdi attı. Bende kendisine sordum:
-Sizin saat beşten sonra davaya devam ettiğiniz olmuyor mu?
-Oooo, çok oluyor cevabını verdi.
-Eee sonradan beş saat ihlal ediyorsunuz da, baştan beş saat ihlal etseniz olmuyor mu? Yani pazar akşamı sahurdan sonra mahkemeyi açarız.
-Elektrikler kesiliyor dedi, hakim.
Ona çare bulduk. Otomobil farlarıyla hapishaneyi aydınlatırız. Halkevine lüksler koyarız.
Hakim bu defa :
Samiin yok , dedi
Ona da çare bulduk. Samiin de getiririz.
-Kaç kişi asılacak?
-Onu karardan önce soyleyemem dedi. Ama ekledi: "Savcı 27 kişinin idamını istedi".
-Biz ona göre mi hazırlığımızı yapalım?
-Bilmem dedi.

Ceza infazi kanunu her asılanın ayrı bir yerde asılmasını, asılanların birbirini görmemesini emrediyordu. Bu şartı da yerine getirmeye çalıştık. Her meydana dört sehpa kurduk. Vali bir de çingene cellat buldu. Gece 12:00 de hapishaneye gittik. Farlarla çevreyi aydınlattık Mahkemenin 72 sanığı vardı.

BENİ ASMAYA MI GELDİNİZ?

Sanıkları aldık. Mahkemeye götürdük. Çingene de geldi. Adam başına on lira istedi "Peki" dedik. Sanıklar Türkçe bilmiyor. Mahkeme kararı açıkladı. Yedi kişi ölüm cezasına çarptırılmış, sanıklardan bazıları beraat etmiş, bazıları da çesitli hapis cezalarına çarptırılmıştı. Kararlar okununca sanıklar ilk anda anlamadılar. İdam "tunne" diye bir velvele koptu. Biz Seyit Rıza'yı aldık. Otomobilde benimle polis müdürü İbrahim'in arasına oturdu. Jeep jandarma karakolunun yanındaki meydanda durdu. Seyit Rıza Sehpaları görunce durumu anladı.

-Asacaksınız; dedi ve bana döndü. "Sen Ankara’dan beni asmak için mi geldin"? Bakıştık. İlk kez idam edilecek bir insanla yüz yüze geliyordum. Bana güldü.
Savcı namaz kılıp kılmayacağını sordu. İstemedi. Son sözünü sorduk.
-Kırk liram ve saatim var. Oğluma verirsiniz, dedi.
Bu sırada Fındık Hafız asılırken görmesin diye pencerenin önünde durdum.
Fındık Hafız'ın idami bitti. Seyit Rıza’yı meydana çıkardık. Hava soğuktu ve etrafta kimseler yoktu. Ama Seyit Rıza meydan insan doluymuş gibi, sessizliğe ve boşluğa hitabetti.

-Evladi Kerbelayimi, Be gunayimi, Ayibo Zulimo, Cinayeta. (Evlad-ı Kerbelayız, günahsızız, ayıptır, zulümdür, cinayettir.) dedi. Benim tüylerim diken diken oldu. Bu yaşlı adam rap-rap yürüdü. Çingeneyi itti. İpi boynuna geçirdi. Sandalyeye ayağıyla tekme vurdu. zı yaptı.
Kayanak: dersim.biz


SEYYİD RIZA (1862-1937)

Seyyid Rıza'nın yaşamı hakkında çok fazla birşey bilinmemekle birlikte, Dersim Ayaklanması hakkındaki tek kitabın yazarı olup kendisiyle uzun yıllar birlikte yaşamış olan Dr. Nuri Dersimi'nin verdiği bilgilere göre Dersim'de doğan Seyyid Rıza yörenin "en önemli ve en asil" aşiretlerinden birinin önderi durumundaki Seyyid İbrahim'in oğludur. Dersim'in Şii Kültlerinde "Seyyid" kelimesi Türkiye, İran ve Irak Kürtlerinin Şeyh kelimesiyle aynı anlamda kullanıldığından, aynı zamanda bir şeyh olan Seyyid İbrahim, Deri Ahri kasabasında hayatını sürdürürken, bölge halkı üzerinde bir "yol gösterici" olarak büyük nüfuz sahibiydi. Seyyid Rıza ailenin dördüncü ve en küçük oğluydu. Mehmet Ali Efendi adlı bir ulemadan dersler alarak büyüdü. Mehmet Ali Efendi hem bir dinî önderdi hem de bölge halkının ulusal bilincinin gelişmesine hatırı sayılır katkılarda bulunmuştu. Babasının ölümünden sonra Seyyid Rıza, babasının vasiyetine uygun olarak şeyhliği devraldı ve Tujik tepesi eteklerindeki Agdad kasabasına yerleşti. Nuri Dersimi'-ye (ayaklanma sırasında Baytar Nuri diye tanınan şahıs) göre, Seyyid Rıza neşeli, fedakar, çalışkan ve merhametli birisiydi. Seyyid Rıza'nın kasabası Agdad'a Kürdistan bayrağını çok daha önceden çekmiş olduğu halde, Hozat aşiretlerine güvenmediğinden Koçgiri ayaklanmasına aktif olarak katılmadı. Yalnız hükümetin verdiği sözleri tutmaması üzerine büyük bir silahlı grupla birlikte persim'e inerek, asilerin taleplerini destekleyen bir telgraf çekti. Baytar Nuri tutuklandığında da nüfuzunu kullanarak serbest bırakılmasını sağladı. 1921'den sonra Dersim'de Alişer Efendi ve Baytar Nuri'yi himayesi altına aldığı gibi, sözkonusu şahısların bütün Dersim aşiretlerini birleştirme yolundaki çabalarını da destekledi. 1925'deki Şeyh Sait İsyam'ndan sonra da binlerce mültecinin yardımına koşmuştu.

1926da Koçan aşiretine karşı girişilen operasyon sırasında Seyyid Rıza, diğer Dersim aşiretlerinin hükümet kuvvetlerinin safında yer almasını önlemeye çalıştı. Operasyondan sonra Genel Müfettiş İbrahim Tali'nin çağrısı üzerine Baytar Nuri ile birlikte Diyarbakır'a giden Seyyid Rıza'ya hükümetin Dersimlilerin silahlarını teslim etmeleri, karakol ve kışla yapımına karşı çıkmamaları ve Koçgiri ayaklanması sırasına onlara sığınan asileri geri vermeleri talepleri iletildi. İkinci bir görüşmede de, İbrahim Tali Dersim'de bir isyan hazırlığı olduğu anlamına gelebilecek hazırlıklar hakkında bilgiler içeren bir istihbarat raporu okuttu. Butun bunlardan Kurtlere karsi yeni bir operasyon duzenlenmekte oldugu sonusu cikaran

Seyyid Rıza, Ferhadan aşireti reisi Cemşit ağanın evinde bütün reisler arasında bir değerlendirme toplantısı düzenledi. Ancak bu tür toplantılara rağmen aşiretler arasında birlik sağlanamıyordu. Çok geçmeden, daha önce de devletle işbirliği yapmış, Birinci Meclis'e Dersim mebusu olarak gitmiş Meço Ağa, Seyyid Rıza'nın damadı, Aşağı Abasan aşiret reislerinden İbrahim Ağayı öldürttü. Aşiretler arası bu çatışmalar yüzünden Ağrı isyanı sırasında Dersim'in ayaklanmaya katkısı çok cılız oldu. 1936'da Türk Ordusunun Dersim yakınlarına yeni garnizonlar kurma kararı, Kürt aşiretlerinin günlerce süren yoğun toplantılarına neden oldu. Yörede askerî garnizon istemeyen aşiretlerin temsilcisi olarak, Seyyid Rıza bu kararın geri alınması için bu kez General Abdullah Alpdoğan'la Kürtlerin temsilcisi olarak görüştü. İlk görüşmede Alpdoğan'la anlaşamayan Seyyid Rıza, geri dönüp bunları tüm aşiret liderlerine anlattı. Ancak buna rağmen General Alpdoğan bir genelge yayınlayarak bütün Kürt aşiretlerinden 200 bin silah toplamalarını istemişti. Yeni garnizonlar yapımına başlanması üzerine bölge halkı bazı şantiyeleri basarak nöbetçilerin silahlarına el koydu. Seyyid Rıza, General Alpdoğan'dan genelgesini iptal etmesini ve halkının ulusal haklarını güvence altına alan yeni bir bölgesel yönetimin oluşturulmasını istedi. Hükümetin bu talebe cevabı bölgeye hemen çok sayıda askeri birlik göndermek oldu. Keşif uçuşu yapan uçakların eşliğinde başlatılan askeri operasyonlar kış bastırdığından kesildiyse de Dersim kuşatma altında tutulmaya devam etti. 1937 baharında karların erimesiyle yeniden başlayan askeri operasyonlar sırasında Seyyid Rıza'nın oğullarından Bra İbrahim arabuluculuk için gittiği Elazığ dönüşünde, İstihbarat şefi Binbaşı Şevket'in adamları tarafından öldürüldü. Bunun üzerine Türk yetkililere başvuran Seyyid Rıza oğlunu öldürenlerin kendisine teslim edilmesini istedi. Ancak bu talebi kabul edilmedi ve çatışmalar yeniden başladı. Eylül 1937'de Kürt kaynaklarına göre hükümet yetkilileriyle görüşmek üzere Erzincan'a giden Seyyid Rıza tutuklandı. Yeni Genel Müfettiş İzzettin Paşa kendisine Seyyid Rıza olup olmadığını sorduğunda "Ben Dersim'li Rızo'yum" dedi, "Dersim'de her meşe altında ve her dağ başında binlerce Rızo vardır. Şu halde siz hangi Seyyid Rıza'yı soruyorsunuz?" 14 gün süren mahkeme sonunda ölüme mahkum oldu. 18 Kasım 1937'de, aralarında oğlunun ve kardeşinin de bulunduğu toplam 11 kişi Elazığ'ın Buğday meydanında idam edildi. İdamdan sonre cenazeleri daragaclarindan indirilerek Elazig sokaklarinda halka teshir edildiktan sonar yakildi

Kaynak : Sosyalizm Ansiklopedisi Cilt 6 sayfa 1912-13

Seyyid Rıza
Seyyid Rıza, Tunceli’nin Lirtik köyünde doğdu. Doğum tarihi kesin olarak bilinmemekle beraber 1862 veya 1863 yılında doğduğu varsayılıyor.

Seyyid Rıza'nın hayatı hakkında çok fazla bilgi yoktur. Dersim Ayaklanması hakkındaki tek kitabın yazarı olup kendisiyle uzun yıllar birlikte yaşamış olan Dr. Nuri Dersimi'nin verdiği bilgilere göre Dersim'de doğan Seyyid Rıza yörenin "önemli" aşiretlerinden birinin önderi durumundaki Seyyid İbrahim'in oğludur.
Aynı zamanda bir şeyh olan Deri Ahri kasabasında hayatını sürdüren Seyyid İbrahim, bölge halkı üzerinde bir "yol gösterici" olarak büyük nüfuz sahibiydi.

Seyyid Rıza ailenin dördüncü ve en küçük oğluydu. Mehmet Ali Efendi adlı bir ulemadan dersler alarak büyüdü. Babasının ölümünden sonra Seyyid Rıza, babasının vasiyetine uygun olarak şeyhliği devraldı ve Tujik tepesi eteklerindeki Agdad kasabasına yerleşti. Nuri Dersimi'ye (ayaklanma sırasında Baytar Nuri diye tanınan şahıs) göre, Seyyid Rıza neşeli birisiydi.
Seyyid Rıza, Hozat aşiretlerine güvenmediğinden Koçgiri ayaklanmasına aktif olarak katılmadı. Yalnız hükümetin verdiği sözleri tutmaması üzerine büyük bir silahlı grupla birlikte Dersim'e inerek, asilerin taleplerini destekleyen bir telgraf çekti. Baytar Nuri tutuklandığında da nüfuzunu kullanarak serbest bırakılmasını sağladı. 1921'den sonra Dersim'de Alişer Efendi ve Baytar Nuri'yi himayesi altına aldığı gibi, sözkonusu şahısların bütün Dersim aşiretlerini birleştirme yolundaki çabalarını da destekledi. 1925'deki Şeyh Sait İsyanı'ndan sonra da binlerce mültecinin yardımına koşmuştu.
1926’da Koçan aşiretine karşı girişilen operasyon sırasında Seyyid Rıza, diğer Dersim aşiretlerinin hükümet kuvvetlerinin safında yer almasını önlemeye çalıştı. Operasyondan sonra Genel Müfettiş İbrahim Tali'nin çağrısı üzerine Baytar Nuri ile birlikte Diyarbakır'a giden Seyyid Rıza'ya hükümetin Dersimlilerin silahlarını teslim etmeleri, karakol ve kışla yapımına karşı çıkmamaları ve Koçgiri ayaklanması sırasına onlara sığınan asileri geri vermeleri talepleri iletildi.

İkinci bir görüşmede de, İbrahim Tali, Dersim'de bir isyan hazırlığı olduğu anlamına gelebilecek hazırlıklar hakkında bilgiler içeren bir istihbarat raporu okuttu.

Bunun üzerine Seyyid Rıza, Ferhadan aşireti reisi Cemşit ağanın evinde bütün reisler arasında bir değerlendirme toplantısı düzenledi. Ancak bu tür toplantılara rağmen aşiretler arasında birlik sağlanamıyordu. Çok geçmeden, daha önce de devletle işbirliği yapmış, Birinci Meclis'e Dersim mebusu olarak gitmiş Meço Ağa, Seyyid Rıza'nın damadı, Aşağı Abasan aşiret reislerinden İbrahim Ağa’yı öldürttü. Aşiretler arası bu çatışmalar yüzünden Ağrı isyanı sırasında Dersim'in ayaklanmaya katkısı çok cılız oldu. 1936'da Türk Ordusunun Dersim yakınlarına yeni garnizonlar kurma kararı, aşiretlerin günlerce süren yoğun toplantılarına neden oldu.

Yörede askerî garnizon istemeyen aşiretlerin temsilcisi olarak, Seyyid Rıza bu kararın geri alınması için bu kez General Abdullah Alpdoğan'la Kürtlerin temsilcisi olarak görüştü. İlk görüşmede Alpdoğan'la anlaşamayan Seyyid Rıza, geri dönüp bunları tüm aşiret liderlerine anlattı. Ancak buna rağmen General Alpdoğan bir genelge yayınlayarak bütün aşiretlerden 200 bin silah toplamalarını istemişti.

Seyyid Rıza, General Alpdoğan'dan genelgesini iptal etmesini istedi. Hükümetin bu talebe cevabı bölgeye hemen çok sayıda askeri birlik göndermek oldu. Keşif uçuşu yapan uçakların eşliğinde başlatılan askeri operasyonlar kış bastırdığından kesildiyse de Dersim kuşatma altında tutulmaya devam etti. 1937 baharında karların erimesiyle yeniden başlayan askeri operasyonlar sırasında Seyyid Rıza'nın oğullarından Bra İbrahim arabuluculuk için gittiği Elazığ dönüşünde, İstihbarat şefi Binbaşı Şevket'in adamları tarafından öldürüldü. Bunun üzerine Türk yetkililere başvuran Seyyid Rıza oğlunu öldürenlerin kendisine teslim edilmesini istedi. Ancak bu talebi kabul edilmedi ve çatışmalar yeniden başladı. Eylül 1937'de hükümet yetkilileriyle görüşmek üzere Erzincan'a giden Seyyid Rıza tutuklandı.
Yeni Genel Müfettiş İzzettin Paşa kendisine Seyyid Rıza olup olmadığını sorduğunda "Ben Dersim'li Rızo'yum" dedi, "Dersim'de her meşe altında ve her dağ başında binlerce Rızo vardır. Şu halde siz hangi Seyyid Rıza'yı soruyorsunuz?" 14 gün süren mahkeme sonunda ölüme mahkum oldu. 18 Kasım 1937'de, aralarında oğlunun ve kardeşinin de bulunduğu toplam 11 kişi Elazığ'ın Buğday Meydanında idam edildi.